15 Şubat 2010

Uzay İstasyonu manzarasına kavuştu



Uzaya ve Dünya'ya geniş açıyla bakış olanağı veren gözetleme kulesi Uzay İstasyonu'na monte edildi.

Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki (UUİ) astronotlar, sakinlerine istasyon ve altındaki Dünya'ya kuşbakışı görüş imkanı veren gözetleme kulesini UUİ'ye yerleştirdi.

Uzay mekiği Endeavour'un mürettebatı kurulum sırasında bazen cıvatalar sıkışmasına rağmen, 7 cepheden görüş olanağı veren kuleyi, UUİ'nin robot koluyla yeni yerleştirilen yaşam destek ünitesi Tranquility'ye bağladı.

Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA, Endeavour'un görev süresini bir gün uzatırken, Tranquility ve gözetleme modülünün de yerleştirilmesiyle 100 milyar dolarlık UUİ projesinin büyük oranda tamamlandığı bildiriliyor.

NASA yetkilileri, bundan sonra dört kez uzay mekiği yolculuğu planlandığını, bu yolculuklarda da UUİ'ye yedek parça ve erzak taşınacağını belirtiyor.

Bu arada astronotların, bir yedekleme sistemini kurmak için yarın son kez uzay yürüyüşü yapacağı kaydedildi.

1998'de başlayan UUİ projesine 16 ülke destek veriyor.

Uzay mekiği Endeavour ile 6 astronotu 8 şubatta uzaya gitmişti. Mekiğin pazar günü ABD'nin Florida eyaletindeki Kennedy Uzay Merkezi'ne dönmesi bekleniyor.

Şimdiye dek uzaya gönderilen en ileri teknoloji yaşam destek ünitesine sahip olan Tranquility ise geçen hafta kurulmuştu. Tranquility'de, istasyondaki havanın temizlenmesi ve kontrolünü sağlayacak bir sistemle mürettebat için tuvaletlerin bulunduğu bir bölme var. Modülde tüm bunların yanı sıra mürettebat için başka yaşam üniteleriyle astronot ve yük taşıyan araçların kenetlenebileceği bir sistem bulunuyor.

ntvbilim

14 Şubat 2010

Saç telinden 4 bin yıllık portre



Bir tutam donmuş saçtaki genlerin analizinden elde edilen bilgilerle 4 bin yıl önce yaşamış bir insanın portresi çizildi.

Milattan önce 2500 ile 800 yılları arasında Grönland’ın güneyinde yaşadığı tahmin edilen Sakkak kavminin bir üyesi DNA bilgilerinden yola çıkılarak resmedildi.
Kopenhag Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, önce bir tutam donmuş saçtan yola çıkarak 4 bin yıl önce yaşamış, bir Sakkak yerlisinin DNA bilgilerinin büyük bir kısmını tespit etti.
Ardından, bu bilgiler ışığında ‘eski insanın’ dış görünüşü hakkında bilgiler netleşmiş oldu ve ortaya 4 bin yıl önce yaşamış bir insanın ‘portresi’ çıktı. Çizimden, araştırmacıların ‘Inuk’ adını verdiği kişinin ‘kellik riskiyle’ karşı karşıya olduğu anlaşılıyor.

Inuk, Grönland dilinde ‘insan’ anlamına geliyor. Böylece ilk defa 4 bin yıl kadar eski bir tarihte yaşamış bir 'modern insan'ın genomu çıkarılmış oldu.
Araştırmayı yürüten Kopenhag Üniversitesi uzmanları, gelişmeyi eski insanların biyolojik özelliklerini öğrenme yolunda bir tür ‘zaman makinesi’ olarak tanımlıyor. Uzmanlar tarafından DNA bilgileri üzerinde yapılan analizlere göre Inuk'un göz rengi kahverengi, saçları uzun ve koyu renkli, kan grubu A pozitif ve ten rengi koyuydu.
Sonuçları Nature dergisinde yayımlanan araştırmada, adamın DNA’sı Kuzey Kutbu’nda günümüzde yaşayan insanlarının DNA bilgileriyle de kıyaslandı. Sonuçlar, adamın Sakkak halkına mensup atalarının Sibirya’dan 5 bin 500 yıl önce göçtüğünü gösteriyor.
Analizlere göre “nesli tükenmiş” olan Sakkak halkının, günümüzün Eskimo halklarıyla ilgisi yok. Inuk'un temsil ettiği topluluk günümüz Eskimolar’ından farklı bir genetiğin mirasını taşıyor. DNA analizlerinin yapılabilmesini sağlayan saç tutamı, 1986’da Grönland’ın batı sahilinde donmuş bir alt toprak tabakadan çıkarılmıştı.
Araştırmalara göre, binlerce yıl ‘derin dondurucu’ bölgede kalmak, kalıntıların genetik materyalinin korunmasını sağlamıştı. Araştırmacılar, dünyanın başka yerlerinden içindeki genetik materyali saklayan başka saç örnekleri bulunabileceğini düşünüyor.

ntvmsnbc

Blackberry aşıklarının başı dönebilir!




Bold 9700 yazışma ve dosya işleme odaklı iş kullanıcılarının şu anda sahip olabileceği en kaliteli telefon.

E-posta iletişimini cebe taşıyan öncü markalardan Blackberry’nin yeni mücevheri Bold 9700 geçenlerde Turkcell vasıtasıyla piyasaya sürüldü. Önceki modele kıyasla hız ve tasarımda yenilikler içeren yeni Bold, Blackberry tutkunlarını telefon değişikliğine zorlayacak gibi görünüyor.
Bold 9700’de ilk dikkat çeken, boyutları küçülmüş, kromajlı kısımları azaltılarak elden geçirilmiş, tasarımı göz alıcı bir kasa. İlk Bold’un arka kapağında kullanılan suni deri dokusunun burada da yinelenmesi bizce de doğru bir karar. Sırf bu bile makinenin karizmasını ciddi oranda artırıyor; avuçta tutuş sırasında kaymayı önlemesi de cabası.
Muhteşem bir yapım ve malzeme kalitesi, sağlamlık ve tasarımla tam bir ‘en üst kalitede ürün’ imajına sahip.

Kasa öncekine göre bir hayli ufalsa da ekranda bir küçülme yok. Sadece 122 gr ağırlığındaki ürünün 480x360 pikselli 2.44 inç ekranı 65 bin renk gösteriyor. Bu noktada çok net, keskin ve canlı görüntü verdiğini söylememiz gerek. Dokunmatik dev ekranlı telefonlar kadar olmasa da, video kliplerin ve kendi çektiğiniz videoların hakkını fazlasıyla veriyor.
3.2 megapiksel kamera, iyi adınlatılan ortamlarda iyi sonuçlar veriyor. Ortam ışığı azaldıkça fotolarda grenler artıyor, flaş sadece en yakın objeleri aydınlatabiliyor. Ekranın başarılı bir vizör görevi görmediğini de ekleyelim. Neticede cihazın bir ‘mesajlaşma terminali’ olduğunu yinelemek lazım.



13 Şubat 2010

Baz istasyonunun adı bile korkutuyor



Mobil iletişim sistemlerinin yaydığı radyasyon sağlığı tehdit edecek düzeyin çok altında. Buna rağmen hemen herkes zararlı olduklarından neredeyse emin!

Türkiye’de baz istasyonlarının ve cep telefonu dahil tüm elektronik cihazların ürettiği toplam radyasyon, dünyadaki limit değerlerin altında. Uzmanlara göre baz istasyonlara muhalefet, elektrofobiden kaynaklanıyor.

Yeni gelişen teknolojiler hakkında kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla oluşturulan Teknoloji Bilgilendirme Platformu, Anadolu'daki ilk toplantısını İzmir'de gerçekleştirdi.

Toplantıda konuşan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı'ndan Prof. Dr. Tunaya Kalkan, sadece baz istasyonlarının değil elektronik cihazların tümüm elektromanyetik dalga yaydığını belirterek, vücudu ısıtan elektromanyetik dalganın şiddeti, frekansı ve insanın buna ne kadar maruz kaldığının önemli olduğunu söyledi.

Dünya genelinde elektrik alan limit değerinin 42 volt/metre olduğunu hatırlatan Kalkan, Türkiye'deki oranın, bu rakamın dörtte birine indirildiğini vurguladı.

Prof. Dr. Kalkan, ''Yani Türkiye'de bir baz istasyonun yaydığı radyasyon solda sıfır, ama adı o kadar korkutucu ki, bu korku insanları sardı ve elektrofobi yarattı. Türkiye'de ne cep telefonu, ne de baz istasyonu radyasyon yayma anlamında korkulacak noktada'' dedi.

BAS İSTASYONLARINI TAŞIMAK ANLAMSIZ
Gazi üniversitesi Teknoloji Fakültesi Elektronik ve Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. İnan Güler de cep telefonu, baz istasyonu antenini ne kadar iyi görüyorsa insana verdiği zararın o kadar düşük olacağını ifade ederek, ''Teknoloji, eğer standartlara uygun kullanılırsa asla zararlı değildir. Bu yüzden teknolojiyi iyi ve düzgün kullanmasını öğrenmeliyiz'' dedi.

Baz istasyonlarının zararlı olduğuna yönelik eleştirilerin, elektromanyetik dalgayla radyasyonun birbirine karıştırılmasından ortaya çıktığını dile getiren Bilgi teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Tayfun Acarer, elektrikle çalışan her cihazın bir enerji yaydığını, elektromanyetik enerjinin radyasyonla aynı olmadığını vurguladı. Acarer, bu konuda var olan bilgi kirliliğinin önüne geçilmesi gerektiğini kaydetti.

Baz istasyonlarının tesis ve denetimine ilişkin çalışmaların kurum tarafından yürütüldüğünü anlatan Acarer, baz istasyonlarının dünyada birkaç firma tarafından üretildiğini söyledi.

Acarer, kullanılan 2. ve 3. nesil sistemlerin hücrelerden meydana geldiğini, bu hücrenin tam ortasında baz istasyonu bulunduğunu belirterek, şöyle devam etti:

''Bu yüzden teknik olarak baz istasyonlarını şehir dışına taşımak mümkün değildir. Bunları şehir dışına çıkarmak demek, mobil haberleşmenin yapılamaması demektir. Baz istasyonu olmadan şu anki mobil haberleşme yapılamaz. Bırakın şehir merkezlerinin dışına çıkartılması, hücre merkezinden çok uzağa dahi taşıyamazsanız. Aksi takdirde hücresel yapı bozulur. Ayrıca baz istasyonunun sıklığı değil, azlığı daha risklidir.''

Acarer, baz istasyonlarını Türkiye'de denetleme görevinin kurumları tarafından yapıldığını belirtirken, dünyadaki uygulamalarına kıyasla Türkiye'de son derece etkin bir denetim yaptıklarını savunarak, bu konuda vatandaşların içinin rahat olmasını istedi.

Bir baz istasyonu için verilen elektrik alan limit değerinin Türkiye'de, AB ve çoğu dünya ülkesinin kabul ettiği Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu'nun sınır değerlerinin dörtte biri olduğunu bildiren Acarer, bugüne kadar dünya genelinde yapılan araştırmaların hiçbirinde baz istasyonlarının sağlığa olumsuz etki ettiği yönünde raporu olmadığını ifade etti.

YARGITAY KARARLARI BİLİMSEL GERÇEĞİ YANSITMIYOR
Bilgi Üniversitesi Hukuk Bölümü'nden Yrd. Doç. Leyla Keser Berber de Yargıtay'ın ''baz istasyonlarının insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğine'' dair kararları bulunduğunu, bunun bilimsel gerçeklere dayanmadığını savundu.

Keser, ''Yargıtay kararlarının ilgili dairenin bakış açısını gösterdiğini, bu kararları veren kişilerde bilgi eksikliği'' olduğunu ifade ederek, ortaya koydukları bilimsel bulguların yargıyla paylaşılması gerektiğini vurguladı.

Berber, bir soru üzerine, bilişimle ilgili ihtisas mahkemesi ihtiyacının kaçınılmaz olduğunu belirtti.

Ajans

Sensörkonomi doğuyor!



Mobil hayat kahini Metzger'e göre sensörlerin herşeyi ölçtüğü, iletişim cihazlarının insan müdahalesi olmadan birbiriyle sürekli bu bilgileri paylaştığı bir hayat bizi bekliyor.


Mobil iletişimde sensörlerin rolü gittikçe artacak, hemen her şeyi algılayan sensörlerin topladığı bilgiler makineler ve insanlar arasında otomatik olarak paylaşılacak, hayatımızı yönlendirecek.

Mobil İnternet ve Uygulama sektörünün geleceğinin tartışıldığı Webrazzi Gündem Toplantıları’nın üçüncüsüne konuk olan, ‘Mobile Future’ kitabının yazarı vizyoner Monty C.M. Metzger, önümüzdeki yıllarda mobil iletişimde ortaya çıkacak trendleri anlattı.

20. yüzyılda başlayan mobil iletişim kavramının kısa bir tarihini veren Metzger, ‘sensorconomy’ adını verdiği düzenle birbirlerine uzak olan insanların sensörler aracılığıyla iletişime geçeceği ve sensörlerce yaratılan ve dolaştırılan bilginin hayat akılını belirleyeceği kehanetinde bulundu.

Metzger’e göre telefonlar ateş ölçerek bilgileri doktora sürekli paylaşacak, havanın kaç derece olduğunu ölçerek kullanıcıyı ve ilgili diğer insan ve makineleri bilgilendirecek.

2012’ye gelindiğinde dünyada 1 trilyon network aygıtı, yani bir ağa sürekli bağlı mobil iletişim cihazı olacak, lojistik şirketlerinin sim kart aracılığıyla objelerin nerede olacakları hakkında daha fazla bilgi paylaşımında bulunabilecek, M2M (Machine to Machine) konsepti ile gelecekte makinaların da günümüzde insanların Twitter arasında paylaştıkları gibi, durumlarını kendi aralarında paylaşabilecek. Metzger’e göre ayrıca geri kalmış ekonomilere sahip ülkeler de dahil dünyanın her bölgesinde çok daha fazla insanın çeşitli yollarla çok daha kolay internete erişebilecek.

Monty Metzger

Mobil iletişim kahini Metzger, mobil iletişimin kısa geçmişini ve gelecek 10 yıla ilişkin kehanetlerini şöyle sıralıyor:

1906 Kablosuz telefon için ABD’de ilk patent kaydı yapıldı

1973 İlk mobil telefon görüşmesi New York’ta başarıyla gerçekleştirildi

1979 İlk ticari mobil telefon Tokyo’da tanıtıldı

1982 Nokia ilk taşınabilir telefonunu tanıttı

1991 Dünyanın ilk GSM şebekesi Finlandiya’da faaliyete başladı

1998 İlk mobil ‘içerik’ satışı yapıldı (bu bir zil sesiydi)

1999 Mobil e-posta dönemini başlatan Blackberry piyasaya çıktı

2001 Üçüncü kuşak (3G) iletişim Japonya’da başladı

2007 Mobil hat abone sayısı 3 milyarı buldu. iPhone’la birlikte dokunmatik ekran yayılmaya başladı

2008 Dünyada internete bağlı insan sayısı 1 milyarı aştı. Mobil cihazlarında internete erişimi bulunanların sayısı 600 milyon oldu.

2009 Sosyal ağ Facebook, 200 milyonuncu üyesini kaydetti. Twitter, sosyal bir fenomene dönüşmeye başladı. Cep telefonu abone sayısı 4 milyarı geçti.

2010 Çevrimiçi ve çevrimdışı dünyalar birleşiyor! Karma Gerçeklik mobil deneyimi zenginleştiriyor. Facebook 400 milyonuncu üyesini kabul etti.

2011 Mobil cihazlarda yerleşik olarak gelen sensörler (GPS, sıcaklık, ışık, pusula vs.) yeni mobil iş ekosistemini yaratıyor; sensörkonomi doğuyor!

2012 Bir şebekeye bağlı 1 trilyonuncu mobil cihaz eşiği aşılıyor. Cihazların birbiriyle bağlantılı ve iletişim içinde olduğu M2M (Machine2Machine), Akıllı Objeler’in ve Kesintisiz Bilişim bulutunun egemen olduğu entegre bir alem doğuyor.

2013 Mobil genişbant yılı. LTE ile 50mbps hızında mobil bağlantıya sahip oluyoruz. İnsanlar bilgi işlemlerini “akıllı bulut” içinde yapmaya başlıyor.

2014 Hindistan, Afrika ve diğer yükselen pazarlarda doygunluk oranı yüzde 70’e çıkıyor.

2015 Mobil Ödeme, kitlesel bir fenomen haline geliyor. Yakın Alan İletişimi (NFC) itici güç. Cihazlar yaşam tarzımıza ve çevreye uyum gösteriyor; Bu fiziksel olarak da kişiselleştirilen cihazların başlangıcı. Nanoteknoloji yardımıyla cihazlar kullanım alanına göre fiziksel transformasyon geçirip kişiselleştirme sürecini tamamlıyor.

2016 New York Times basılı edisyonunu durduruyor, eGazete Okuyucu cihazı abonelere 1 dolar fiyatla pazarlamaya başlıyor. Onu bir sonraki yıl News Corp. Burda, Springer ve diğer yayıncılar izliyor, herkes haberleri plastik dijital gazetelerden takip ediyor, yoldayken güncelliyor.

2017 Mobil ekonomide patlama ortamı oluşuyor. Mobil medya pazarı, tüm diğer medya kanallarının toplamını geride bırakıyor. Çok dilli Anlık Çeviri uygulamasının kullanıma sunulması, bilginin metin ve ses olarak transferinde uluslararası engelleri kaldırıyor.

2018 ABD hükümeti, mobil kamusal güvenlik için Mobil Gündem adında bir inisiyatif başlatıyor. Her bireyin konum bilgileri ve mobil verileri izlenmeye, analiz edilmeye ve depolanmaya başlıyor. Dünya nüfusu 8 milyara, toplam mobil telefon sahibi kişilerin sayısı 5 milyara, bunun içinde internete erişimi olan cihzların sayısı 2.5 milyara ulaşıyor. ‘Dijital doğanlar’ kuşağı iş dünyasında etkin olmaya başlıyor.

2019 Dünya ekonomisi için mahremiyet, bilgiye erişim ve kontrol, temel meseleler olarak ortaya çıkıyor. Siber-güvenlik en kritik sorunlardan biri haline geliyor.

2020 Mobil medya dünyamız hayatımıza tamamen egemen, interaktif, oyalayıcı, tartışmalı, tartışmalarla dolu ama gerçek anlamda “uluslararası” hale geliyor.

ntvmsnbc

Güneş’i perdelemek istiyorlar!



Bilimciler, küresel ısınmanın etkilerini azaltabilmek için uluslararası işbirliği ve finansmanla 'iklim yönetimi' öneriyor.


Fosil yakıt kullanımının yarattığı iklim değişimi tehdidi, kısa süre öncesine kadar 'uçuk' fanteziler olarak nitelenen jeomühendislik projelerini uluslararası işbirliği çağrılarının konusu haline getirdi.

Çeşitli üniversitelerden ve araştırma kurumlarından bilimciler, Science ve Nature dergilerinde yayımlanan çağrılarında, özellikle Dünya’ya düşen güneş ışınlarının sınırlanması için uluslararası bir araştırma fonu kurulmasını ve bu fonun yıllık bütçesinin 2020 yılına kadar 1 milyar dolara yükseltilmesini istedi.

İklim değişimine karşı önerilen jeomühendislik bazlı önlemler iki ana grupta toplanıyor. “Karbondioksit Giderimi” kategorisinde bu sera gazının doğrudan atmosferden toplanması ya da okyanuslara karbondioksit soğuran organizmalar aşılanması gibi yöntemler yer alıyor. Ancak bunların sonuç vermesi için onyıllar gerekiyor.

Dolayısıyla araştırmacıların asıl ilgisi, sonuçları birkaç ay içinde alınabilecek “Güneş Işınımı Yönetimi” adı verilen projelere odaklanıyor. Bunlar arasında atmosferin üst katmanlarına güneş ışığının saçılmasını sağlayacak milyonlarca ton aerosol parçacıkları taşınması, bulutların yansıtıcılığını artırmak için üstlerine deniz tuzu püskürtülmesi gibi projeler var.

Önerilen jeomühendislik uygulamalarının etkili bir uluslararası koordinasyon olmaksızın yerel ve ulusal planda uygulanması yarardan çok zarar getirebilir.

Uzmanlara göre özellikle büyük ve zengin ülkelerin kendi coğrafyalarıyla sınırlı olarak bu önlemleri uygulamaya geçirmesi, gelişmekte olan ülkelerin zarar göreceği yerel kuraklık ve yağış rejimlerinde radikal değişim gibi tehlikeler doğurabilir. Çağrı sahipleri bu nedenle jeomühendislik çalışmalarında uluslararası şeffaflık ve olası mağdurların haklarını koruyacak etkili hukuki düzenlemeler öneriyor.

Kanada’daki Calgary Üniversitesi, ABD’deki Michigan ve Carnegie Mellon üniversiteleri, Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı ve Avusturya’daki Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analiz Enstitüsü’nden bilimcilerin kaleme aldıkları makalelerde altı önemle çizilen bir nokta da jeomühendislik projelerinin atmosfere karbon salımının azaltılmasının yerini alamayacağı ve bu konudaki duyarlılığın azaltılmaması gerektiği.

ntvmsnbc

11 Şubat 2010

İnternet beyni 'modifiye' ediyor!


İddiaya göre internetle büyüyen kuşak 'multitasking'te iyi ama tek bir konuya odaklanmada oldukça zayıf.

İngiltere'de yapılan bir araştırmanın tartışmalı sonuçlarına göre internette çok zaman geçiren çocuklar konsantre olmak becerilerini yitiriyor.

Dijital devrimin çocuk ve gençlerin beyin fonksiyonlarını ‘modifiye’ ettiği belirtilen araştırma raporuna göre, internet ve elektronik cihazların yoğun şekilde hayatımıza girmesi sadece davranışlarımızı değil düşünme şekillerini de değiştiriyor.

Londra University College’ta görevli Profesör David Nicholas liderliğinde gerçekleştirilen araştırmada, internet kullanımının aynı anda birçok düşünsel görevi yapma becerisini (multitasking) geliştirdiği, ancak tek bir konuya uzun sürekli odaklanma yeteneğini zayıflattığı belirtildi.

Deneye katılan 100 gönüllüden, kendilerine sorulan sorulara interneti kullanarak yanıt araması istendi. Yaşı 12-18 arasında değişen gönüllüler, daha yaşlı deneklerin harcadığı sürenin sadece altıda biri sürede, ve onların kullandığı site sayısının sadece yarısı kadar site üzerinden yanıtları bulabildi.

Özellikle internet olan ve kullanılan bir evde doğan çocukların aynı anda bir kaç konuda kafa yorup iş yapabildiği (multitasking), bir soruya yanıt ararken kaynak siteler arasında çok hızlı gezinerek bir sitede çok fazla durmadığı gözlendi.

Prof. Nicholas bu son veriyi, internetin gençlerde konsantrasyon zaafiyeti yarattığı şekilde yorumluyor. Ona göre, ciddi bir kaynak bile olsa gençler bir sayfaya – veya bir kitaba - uzun süre konsantre olamayıp hemen başka bir siteye – veya kaynağa - zıplıyor.

Ancak bazı psikiyatri uzmanları, konsantrasyon eksikliğinin yaş dönemine ilişkin bir özellik olduğunu, tüm çocuk ve gençlerde görüldüğünü belirtiyor.

kaynak

ntvmsnbc

10 Şubat 2010

Gül papatya kokacak!Gül papatya kokacak!


ABD'li bilimadamları, genleriyle oynanarak çiçeklerin kokusunu değiştirmeyi başardı. Bundan böyle bir çiçeğe sahip olmadığı bir aromayı vermek veya kokusunu daha hafif kılmak mümkün olacak.

Florida Üniversitesi Beslenme ve Tarım Bilimleri Enstitüsünden araştırmacılar, çiçeklerin kokusunu belirleyen kimyasal esansların genlerini keşfederek, bir aromanın oluşanlarını değiştirmek veya tonlamak için yeni yöntem geliştirdi.

Tarım profesörü David Clark, üreticilerin uzun zaman boyunca, çiçeğin görünüşü, boyu, rengi ve ne kadar süre çiçeklendiğine odaklandıklarını, ancak kokusunu ihmal ettiklerini belirterek, gelecekte çoklu aromalı veya kokusuz çiçek seçme imkanı olacağını kaydetti.

Clark ve ekibi, 10 yılı aşkın süren araştırmalarında, 8 bin petunyanın genlerini analiz ederek, gülyağının parfüm geninin, domatese hoş tadını verenle aynı olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırmacılar, bu geni manipüle ederek, daha iyi tada sahip domates ve daha kokulu güller yaratmayı başardı.

Google kendi sosyal ağını kurdu



Dünyanın en büyük arama motorunun amacı, Facebook ve Twitter gibi klasik sosyal paylaşım ağları arasındaki rekabete cevap vermek.


Google, dünyadaki tüm bilgiyi düzenli ve erişilebilir hale getirmeye katkıda bulunma misyonu çerçevesinde, Google Buzz adında yeni bir sosyal ürün lanse etti.

Google'den yapılan yazılı açıklamada, Buzz'ın amacının, kullanıcılara, sosyal etkileşimlerini çevrim içi ortamda düzenleme fırsatı sunmanın yanı sıra doğrudan Gmail gelen kutusu ve seçilmiş mobil cihazlar üzerinden diyalog kurabilmenin yolunu açmak olduğu belirtildi.

Açıklamada, ''Bugünün statü mesajları, tweet'ler ve güncelleme akışları dolu dünyasında, bütün bu bilgiler arasında isteneni bulmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Google Buzz, güncellemelerinizi, fotoğraflarınızı, videolarınızı ve çok daha fazlasını paylaşmanın dışında, diyaloglar başlatmanın ve onları sürdürmenin yeni, daha kolay bir yoludur. Buzz, kullanıcıların e-posta ve sohbet geçmişine dayanarak, onların mevcut sosyal kontaklarını Gmail üzerinden desteklemektedir.


Buzz ayrıca, güncellemeleri herkese açık veya özel olarak paylaşmayı da daha basit hale getiriyor. Böylece kullanıcılar farklı gruplar veya arkadaşlarıyla paylaşıma geçmek için birden çok araç kullanmak zorunda kalmıyorlar. Gmail'in gelen kutusuyla bütünleşmiş olması, mevcut diyalogları gerçek zamanlı olarak bulmayı ve devam ettirmeyi de kolaylaştırıyor. Mobil cihazlarla olan entegrasyon ise bir diğer önemli unsuru paylaşmayı mümkün kılıyor. Konum.Google Buzz açık bir sistem olarak tasarlandı ve şimdiden Picasa, Google Reader, YouTube, Flickr, Blogger ve Twitter ile entegrasyonu destekliyor.''

Buzz'ı ürünleriyle bütünleştirmek isteyen geliştiriciler ve hizmetler, zaman içerisinde tam bir okuma/yazma UPA'sı (Uygulama Programlama Arayüzü) haline gelecek bir UPA üzerinden yapabiliyorlar.

Mevcut Gmail kullanıcıları, birkaç hafta içinde Google Buzz'ı gelen kutularında görecekler. Yeni kullanıcılar ise http://www.gmail.com adresine giderek yeni bir hesap açabilir veya http://buzz.google.com adresinden Google Buzz hakkında ayrıntılı bilgi alabilirler.

09 Şubat 2010

Günü karikatürü

Google kendi sosyal ağını kuracak


Dünyanın en büyük arama motoru, Facebook ve Twitter gibi klasik sosyal paylaşım ağları arasındaki rekabete cevap verme amacı taşıyor.

ABD'li arama motoru Google, kendi sosyal paylaşım ağını oluşturmaya hazırlanıyor.

Fransız La Tribune gazetesinde yer alan haberde, Google'ın, e-posta sistemi Gmail'in içinde kurmayı planladığı sosyal paylaşım ağını bu hafta kamuoyuna duyurabileceği kaydedildi.

Google'ın Facebook ve Twitter gibi klasik sosyal paylaşım ağları arasındaki rekabete cevap vermek ve arkadaşlar arasında gerçek zamanlı bilgi alışverişi sağlamak amacıyla bu yeni ağı kurma kararı aldığı belirtiliyor.

Google'ın bu yeniliği Gmail sayfasına bir pencere ekleyerek uygulamaya koymayı planladığı ifade ediliyor.

Gmail'deki bu yeni pencereyle aynı zamanda Google'ın diğer hizmetleri Youtube ve Picasa'ya kullanıcılar tarafından yüklenen fotoğraf ve videolara doğrudan erişim sağlanabileceği de ifade ediliyor.

Haberde ayrıca, Yahoo'nun da geçen yıl e-posta sayfasında bu uygulamayı başlattığı belirtildi.

Canon EOS serisinde Full HD sürprizi


EOS 550D hem yarı-profesyonel ve becerikli bir DSLR, hem de kullanışlı bir Full HD video kamera.

Görüntüleme ve baskı teknolojileri konusunda lider firmalar arasında yer alan Canon'un yeni EOS 550D modeli, fotoğraftaki performansı Full HD çekim özelliği bulunan video bileşeninde de gösteriyor.

Detay ve renklerde ustalığını gösteren makine, Canon’un giriş seviyesindeki en gelişmiş DSLR'si sayılabilir. Giriş seviyesi derken elbette pek çok yarı-profesyonel özelliği barınrırken kullanım kolaylığından da taviz vermemeyi katsediyoruz.

Canon EOS 550D ile 18 megapiksellik çözünürlükle büyük boyutta baskılar alınabilirken, 9- noktalı AF sistemi her karede sıra dışı detay sağlıyor. Güçlü DIGIC 4 işlemci mükemmel optik, hız ve yapay zeka ile işleyerek canlı ve net görüntüler elde ediyor.

İster tatilde manzara, ister hareket halindeki spor müsabakalarının fotoğrafını çekin, EOS 550D’nin üzerindeki modlar sayesinde - elbette doğru seçimler yaparsanız - kolayca yüksek kalitede fotoğraf elde edebilirsiniz.

KARANLIKTA SIKI PERFORMANS
Düşük Işık Modu sayesinde EOS 550D’nin hassaslık ayarı 6400 ISO’ya kadar yükselebiliyor. Yaz partileri, düğünler veya mangal partisi gibi ışık seviyesinin düştüğü, fotoğraf çekmenin zorlaştığı durumlarda EOS 550D ile flaş kullanmadan kolayca fotoğraf çekmek mümkün. Şartlar zorlaşsa bile ISO 12.800’e kadar yükselen ayarlarla işinizi önemli ölçüde kolaylaştırıyor.

Gerçekten can sıkıntısından ölebilirsiniz



Bilim adamları, insanların gerçekten "can sıkıntısından ölebileceğini" tespit ettiler.
Telegraph gazetesindeki habere göre, sıkıcı bir hayatları olan insanların erken ölme ihtimallerinin diğerlerine göre iki kat fazla olduğu belirlendi.
University College London'dan bilim adamları, hayatlarında çokça can sıkıntısı bulunan insanların kalp krizi veya felçten ölme riskinin, yaşamı eğlenceli bulanlardan daha fazla olduğunu bildirdiler.
Araştırma, 25 yıl boyunca takip edilen 7 bini aşkın devlet memuru üzerinde yapıldı. 35-55 yaş grubundaki memurlara sıkıntı seviyeleri soruldu ve geçen yıl Nisan ayında araştırmaya katılanlar arasında ölen olup olmadığına bakıldı. Deneklerden sıkıntılı olduğunu söyleyenlerin erken ölme riskinin yüzde 40 daha fazla olduğu ortaya çıktı.
Kadınlar, gençler ve kötü işlerde çalışanların can sıkıntısının daha fazla olduğu da belirlendi.
Bilim adamları, can sıkıntısı çekenlerin içki ve sigara gibi sağlığı olumsuz etkileyen alışkanlıklara yönelme olasılıklarının daha fazla olduğunu, bunun da ömürlerini kısaltabildiğini hatırlattılar.
International Journal of Epidemiology dergisinde yayımlanacak araştırmayı kaleme alan Martin Shipley, bulguların sıkıntıyla kalp hastalıkları arasında bağlantıyı ortaya koyduğunu söyledi.


kaynak telegraph news

Akıllı telefonlar daha da akıllı olacak




Akıllı telefonlar, quantum fiziğinden yola çıkılarak geliştirilen yeni teknoloji sayesinde, basınca duyarlı tuş ve ekranlarla aynı tuşla farklı işlevleri yerine getirebilecek.

Yeni teknoloji sayesinde, bir tuş üzerine farklı basınçlar uygulayarak, bir Internet sayfasını ya da uzun bir listeyi aşağı doğru kaydırmak mümkün olabilecek.
Birçok üreticiye, telefon bileşenleri sağlayan teknoloji devi Samsung, kuantum fiziğini temel alan yeni teknolojinin lisansını aldı.
Yeni tuş sistemi telefonlardan, oyun konsollarına ve GPS sistemlerine kadar pek çok cihazda kullanılabilecek.
Yeni teknolojiyi İngiltere merkezli Peratech adlı firma üretiyor.
Bu teknoloji sayesinde dokunmatik ekranlarda 'üçüncü boyut'un katılmasının mümkün olabileceği de belirtiliyor.
Yeni bileşim topuzlara benzeyen ve birbirine değmeyen nano parçacıkların birbirlerine yakınlaşma düzeyleri üzerinden farklı komutlar algılayacak.
Bu sayede, aynı tuşa parmakla daha büyük baskı uygulayarak, farklı işlevler yerine getirilebilecek.


bbc türkçe

Deniz aslanları Galapagos Adaları'ndan ayrıldı




Ekvador'daki Galapagos Adaları'nın yerlisi olan deniz aslanları kolonisi, 1500 kilometre uzağa göç etti.

Merkezi Peru'da olan ve denizlerdeki memelilerin faaliyetlerini izleyen Suda Yaşayan Hayvanları Araştırma ve Koruma Örgütü, Galapagos Adaları'ndaki deniz aslanlarının yükselen ısı yüzünden Peru'nun kuzey kesimlerine yüzdüklerini duyurdu.
Örgüt, ısı artışının iklim değişijkliğinden ileri geldiğini belirtiyor.
Uzmanlar, Galapagoslu deniz aslanlarının ilk kez adaların dışında yeni bir koloni kurduklarına işaret ediyor.

Gözlemciler, kuzey Peru'da yer alan Piura kıyılarında deniz ısısının son on yılda 17 dereceden 23 dereceye çıktığını belirtiyorlar. Galapagos Adaları'nda ise ortalama ısı 25 derece dolayında.
Uzmanlar, Peru'nun kuzeyindeki kıyılarda iklim koşullarının Galapagos Adaları'ndaki koşullara çok benzediğini ve daha çok sayıda deniz aslanıyla diğer yeni deniz hayvanlarının da yakında bölgeye göç edebileceğini belirtiyorlar.
Ekvador'un yaklaşık 1000 km. batısında yer alan Galapagos Adaları'nın yerlisi birçok hayvan türü gibi, deniz aslanları da, farklı özellikler taşıyorlar.
İngiliz doğa bilimci Charles Darwin'in 150 yılı aşkın süre önce ilk kez ziyaret etmesinden bu yana Galapagos Adaları, bir canlı evrim müzesi olarak bilinir oldu.
Şimdi, iklim değişikliği yüzünden adalardaki eşsiz çevresel düzen, umulmadık değişimlere tanık oluyor.


kaynak bbc türkçe

Rappelz’e güncelleme geliyor




Cadı avı başlıyor. Yeni ve güçlü yaratığınızı evcilleştirin, silahlarınızı kuşanın ve Rappelz topraklarını korumak ve savunmak için hazır olun. Karanlık gölgeler Rappelz topraklarının üzerinde dolaşırken, Rappelz dünyasının kaderi cadıya karşı gelecek kadar cesur oyuncuların elinde!

gPotato Europe, tüm dünyada 3 milyondan fazla insanın tutkunu olduğu, ücretsiz fantastik oyun Rappelz’in Şubat ayının son haftası tüm Avrupa’da yayında olacak Resurrection güncellemesinin parçası olarak oyuncular ile buluşacak yeni PvP alanı ve 3 yeni ve göz alıcı yaratık ile yeni bir çağın başlangıcını duyurdu.


Resurrection güncelleme paketi ile birlikte hepsi birbirinden özel yeteneklere sahip yeni yaratıklar Rappelz tutkunlarına yol arkadaşı olmaya hazırlanırken, ölüm arenası olarak adlandırılan yeni PvP alanı da oyunculara 63 rakibe karşı aynı anda savaşabilecekleri doyumsuz bir PvP deneyimi vaat ediyor.
Beyaz Unicorn, sihirli gücü ile ölümcül yaraları bile iyileştirebilen, flaş efekti etkisi ile sahibinin düşmanını geçici bir süre kör edebilen efsunlu bir yaratık. Ölümcül savaşlardan sonra sahibini belirli bir HP ve MP oranı ile yeniden diriltmek için tüm yeteneklerini onun uğruna feda edebilen bu vefalı yaratık tüm maceracıların rüyalarını süsleyecek. Yüksek seviyeli oyuncular, bir kere kalbini kazandıktan sonra onu binek olarak kullanabilecek. Beyaz Unicorn, oyun içerisindeki gelişiminin ileri safhalarında Gümüş Unicorn ve Kutsal Unicorn’a evrimleşecek.
Siyah Unicorn’un bir zamanlar saf ve bembeyaz olan bedeni şimdi tüylerinden yansıyan lavımsı alevler ile koyu kırmızıya dönüşse de içi hala iyilik ve güzellikle dolu. Bu yaratık karanlık güçleri ile cadının yıkıcı saldırılarını bile geri püskürtebiliyor, düşmanına boynuzu ile nişan alıp ölümcül darbeler savurabiliyor. Yüksek seviyelerdeki oyuncular için binek olabilen Siyah Unicorn ileriki safhalarında Katil Unicorn ve Cehennem Unicorn’u olarak gelişiyor.
Mistik cin, Ceriu çölünün gizemli kumlarından gelen sihrin ve kıvraklığın efendisi bu güçlü cin, bir kez yakalanıp hapsedildiğinde maceranın geri kalanı boyunca sahibine sadık oluyor. Rüzgâra hükmetme yeteneği ile rakiplerini etkisiz hale getirebiliyor. Bu yaratık, evriminin ileri aşamalarında Esrarengiz Lamba Cini ve Esrarengiz Lamba Efendisi olarak adlandırılıyor.
Resurrection güncellemesinin en çok merakla beklenen özelliklerinden biri olan yeni PvP alanı Ölüm Arenası da açılış için hazır. Oyuncular, kendi seviyelerindeki ya da daha yüksek düzeydeki oyunculara meydan okuyabilirler. Oyuncular, bu alana diledikleri zaman girip, ölüm korkusu olmaksızın birbirlerine meydan okuyabilir, zira burada ölseler dahi hemen ardından dirilebilirler.


Bilgi için: http://tr.rappelz.gpotato.eu/

kaynak pcnet

Sosyal hayat artık daha “mobil”




Sosyal ağların en yaygını ve dünya genelinde 305 milyon kullanıcısı olan Facebook gibi sosyal ağlar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşamın nabzını tutmak için mobilleşmeye başladı. Sosyal Telefon OLA’yı Türkiye pazarına sunan Teknokom Ltd. tarafından, teknoloji konulu araştırmaların uzmanı İnterpromedya Pazar Araştırma Merkezi’ne yaptırılan Tüketici Trend araştırması Türk tüketicilerin, özellikle gençlerin sosyalleşmeye bakış açılarıyla ilgili çarpıcı sonuçlar içeriyor.

Türkiye’nin yüzde 51’i sosyal ağlarda her gün 1 saatten fazla zaman geçiriyorAraştırmanın sonuçlarına göre internet kullanıcılarının yüzde 51’i günde 1 saatten fazla zamanını sosyal ağlarda geçiriyor. Sosyal ağlara her gün girenlerin oranı ise toplamda yüzde 70’i buluyor. Bu kişiler arasında her 100 internet kullanıcısının 77’si Facebook üyesi. 2008 yılında yüzde 42 olan bu rakam sadece son 1 yılda yüzde 35 arttı. Internet kullanıcılarının sosyal ağlara girme oranı ise şöyle; Facebook yüzde 77.3, Youtube yüzde 33.9, Myspace yüzde 7.8, Hi5 yüzde 6.4, Rapidshare yüzde 5.2 ve Twitter 5.1.
Tüketicilerin yüzde 42’si için cep telefonundan sosyal ağlara girmek çok önemli15-17 yaş aralığındaki örneklem gurubunda her 100 kişiden 94’ünün Facebook üyesi olduğu görüldü. Mobil internet ve 3G kullanımı Türkiye pazarında tüketici için son aylarda yaygınlaşmasına rağmen şu anda cep telefonundan sosyal ağlara girenlerin oranı yüzde 6’ya, anlık messenger (yahoo, msn) kullanımı ise yüzde 8’e ulaştı. Araştırmada tüketicilerin sosyal ağları kullanma nedenleri sorulduğunda, arkadaşlarla haberleşme yüzde 72, etkinlikleri takip etme ise yüzde 28 olarak cevap buldu. Cep telefonundan en fazla girilen sosyal ağ ise yüzde 95 ile yine Facebook. Youtube yüzde 16.3 ile ikinci sırada yer alırken Myspace yüzde 3.5 ile üçüncü ve Hi5 de yüzde 3.5 ile dördüncü sırada yer alıyor. Tüketicilerin yüzde 42’si cep telefonundan sosyal ağlara girmenin çok önemli olduğunu belirtirken, yüzde 53’lük grup cep telefonu eski olduğu için, internet erişimi olmadığı için veya internet erişimi pahalı olduğu için cep telefonundan sosyal ağlara giremediğini söyledi.
Tüketicilerin yüzde 29’u sosyal ağlara girmeyi kolaylaştıracak bir telefon satın almak istiyorInterpromedya Pazar Araştırma Merkezi Müdürü ve Sosyal Antropolog Özlem Unan, “Sonuçlar göstermektedir ki, teknolojik koşullar sağlandığı takdirde tüketicilerin yüzde 30’u cep telefonundan sosyal ağlara girecektir. Bu oran şu anda 15-17 yaş grubunda yüzde 58, 18-24 yaş grubunda ise yüzde 42’dir. 2011 yılında genç nüfus potansiyelini de göz önüne alarak cep telefonundan internet erişiminin artacağını ve sosyal ağlara girme oranının yüzde 35 olacağını öngörüyoruz. Sosyal ağlara girmeyi kolaylaştıracak bir telefon satın alma eğilimi sorusunun sonuçları da bunu doğrulamaktadır. Tüketicilerin yüzde 29’u sosyal ağlara girmeyi kolaylaştıracak bir telefonu satın alacağını belirtmiştir. Bu oran 15-17 yaş grubunda yüzde 52.5, 18-24 yaş grubunda ise yüzde 39’dur. Cep telefonu penetrasyonunun yüzde 95’e yaklaştığı ülkemizde krize rağmen tüketicilerin 1 yıl içinde satın almayı planladığı teknolojik ürünler arasında ilk sırada cep telefonunun gelmesi de bu sonuçlarla çok yakın bir gelecekte karışılacağımızın diğer bir göstergesi” dedi.

Araştırma Hakkında15 yaş üstünde 1385 kişi ile yapılan araştırma, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Gaziantep, Konya, Kayseri, Manisa, Samsun ve Trabzon olmak üzere 16 ilde gerçekleştirildi. Yüz yüze araştırma tekniğiyle Aralık 2009’da tamamlanan araştırmaya katılanların yüzde 49,5’u kadın, yüzde 50’5 erkek. Yaş gurubu dağılımına bakıldığında ise araştırmaya katılanların yüzde 26,5’ü 35-44, yüzde 21,4’ü 25-29, yüzde 15,3’ü 45 yaş üstü, yüzde 14,4’ü18-24, yüzde 13,1’i 30-34 ve yüzde 9,3’ü de 15-17 yaş aralığında. Türkiye’nin kentsel alanında yaşayan, ekonomik olarak aktif ve çalışan nüfus üzerinde yapılan araştırmaya katılan örneklem grubunun yüzde 34,6’sı üniversite, yüzde 42,7’si lise ve yüzde 22,7’si ise ilköğretim mezunu.


kaynak pcnet

Yanlış bilgilendirmenin sonucu: Elektrofobi



Teknoloji konusunda yanlış bilgilendirme toplumlarda teknolojiye karşı soğukluk, daha da ötesinde 'elektrofobi' yaratıyor.

Yeni teknolojilerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda yanlış bilgilendirme yüzünden, toplumda teknolojik gelişmelere ilişkin korku yaratılıyor, zamanla bu "elektrofobi"ye dönüştürülüyor.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biofizik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tunaya Kalkan, yeni teknolojilerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda yanlış bilgilendirmeyle, toplumda teknolojik gelişmelere ilişkin korku yaratıldığını ve bunun "elektrofobi"ye dönüştüğünü söyledi.


Prof. Dr. Kalkan, elektromanyetik alanların insan sağlığına etkisi konusunda elektromanyetik dalga spekturumunun kozmik ışımalardan nükleer radyasyona, ultraviyoleden kızılötesi ışımaya karar geniş alanda bulunduğunu ve mikrodalga fırın, cep telefonu, baz istasyonu, telsiz yayınları, yüksek gerilim hatları, tıbbi cihazlardaki sistemlerin hepsinin elektromanyetik dalga yaydığını anlattı.
Radyasyon, kozmik ışıma gibi görünür ışığın daha yüksek frekansta bulunduğundan, enerjilerinin de çok yüksek olduğunu kaydeden Kalkan, "Bu yüksek enerji, bir atomun elektronuna çarpıp, onu oradan koparabiliyor. Elektron koparsa, yenisi gelir ancak, canlı organizmada bir elektron kopartıldığında oradaki işlev, fonksiyon bozulur. Fonksiyonun bozulması hücreyi öldürebilir veya değiştirebilir. Bu değişiklik, canlı organizmanın ölümüne, kanserine gidebilir" diye konuştu.
Kalkan, 1930’lardan bu yana yüksek frekanslı görünür ışığın öldürücü olabileceğinin bilindiğini ve buna yönelik olarak alınan tedbirlerin bazılarını, "tedavi amaçlı kullanılıyorsa doz belirlenmesi", "ultraviyoleden korunmak için fazla güneşe çıkmama uyarısı", "hamilelerin röntgen çektirmemesi" şeklinde sıraladı.
Görünür ışıktan düşük frekanslı olan ışımaların, enerjisinin düşük olması dolayısıyla atomdan elektron kopartabilecek etkiye sahip olmadığını ancak yapılan çalışmalarda, gerilim hatları altında yaşayanlarda beyin tümörü, lösemi vakaları görüldüğüne değinen Kalkan, şöyle devam etti:
"1980’lerde Türkiye’de biz de bu alanda çalışmaya başladık. Bazı etkileri gördük. Eğer, şiddeti çok yüksekse ve insan uzun süre bunlara maruz kalıyorsa, bazı etkileri görebiliyoruz. Bu etkileri ortaya çıkarabilmek için çok uzun bilimsel çalışmalar yapılıyor. Modelleme, hesaplama, hayvan deneyi yapıyoruz ama insan deneyi yapamıyoruz. Bu konuda uzun süreli sağlık taramaları yapılabilir."
SAĞLIK STANDARTLARI ÖN PLANDATunaya Kalkan, düşük frekanslı ışımaların, ısıl (termik) ve ısıl olmayan etki olmak üzere iki tür etkisi bulunduğuna işaret ederek, şu bilgileri verdi:
"Elektromanyetik alan insan vücudunun içinden geçiyorsa, enerjiyi bir miktar vücutta bırakır ve orada sıcaklık artışı olur. Vücut biraz ısınır ve o ısıyı dışarıya vermeye çalışırız. Veremezsek, vücut iç sıcaklığı artar. Bunun artığı anda vücut içerden koruma mekanizması çıkartıyor. Ter bezlerinin aktive olması gibi... Bu bir savunma mekanizmasıdır. Vücut sıcaklığı 1 derece artarsa, bu savunma mekanizması devreye giriyor. O zaman vücut sıcaklığını 1 derece artıracak elektromanyetik alanın ne kadar olduğuna bakıyoruz ve bunun altında bir alanda durulması gerektiğini söylüyoruz."
Bu konuda uluslararası standartlar bulunduğuna ve Türkiye’de bu standartların tek baz istasyonu için, değerin dörtte biri alınarak, 10 volt/metreye indirildiğine işaret eden Kalkan, herhangi bir yere elektromanyetik alan üreten sistem konmadan önce, bunun standartların altında olup olmadığını denetlendiğini belirtti.
Cep telefonu ve baz istasyonu için vücudun sıcaklığını 1 derece artıran alanın 50’de biri kadarlık alanda durulmaması gerektiğinin söylendiğini vurgulayan Kalkan, bu değerin, birinci nesil cep telefonları için 42 volt/metre olduğunu söyledi ve "Eğer 42 volt/metrelik bir alandaysanız, bu sizin tüm vücudunuzu da etkiliyorsa, vücudunuzun sıcaklığını artırır ve vücut bir çeşit savunma mekanizması üretir. Ancak, bunun 50’de 1’i vücudu ısıtmaz" dedi.
Kalkan, ısıl olmayan etki konusunda ise dışarıdan gelen elektromanyetik alanın vücuttaki elektrik yüklerini hareketlendirerek, moleküler yapıda, hücre yapısında bozulma yaratıp, beklenmedik sağlık problemleri ortaya çıkarıp çıkarmayacağına ilişkin pek çok deney yapıldığına değinerek, "Şu anki verilerle bunları ortaya koyabilecek, yani insana ısıl olmayan bir etkiyle sağlık problemi yaratacak bir şey görülmedi" dedi.
Bu konuda, bazı iddialar ortaya konduğuna ancak asıl sonuç için 20-25 senelik sağlık taramaları gerektiğine dikkati çeken Kalkan, şunları söyledi:
"Ön sağlık taramalarıyla ilgili Almanya’da yapılan ilk çalışma sonuçları çıktı, ’biz bir şey görmedik’ diyorlar. Bunlar daha ön çalışma. 20-25 sene sonra ortaya bir şey çıkacaksa, bizim hesaplayamadığımız, bizim hayvanlarda gözleyemediğimiz, bizim modellerde ortaya çıkaramadığımız, hemen bunların tedbirlerini alırız. Şu ana kadar görünen, bilimsel olarak insan sağlığını ön planda tutan standartlar oturtulmuş durumda."


ELEKTROFOBİ

Prof. Dr. Kalkan, yeni teknolojiler insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda yanlış bilgilendirmeyle, toplumda teknolojik gelişmelere ilişkin korku yaratıldığını ve bunun "elektrofobi"ye dönüştüğünü belirterek, şunları anlattı:
"Koruyucu hekimli tedaviden önce gelmeli. Elektrofobinin oluşmaması için ne doğru bilgilendirmek lazım. Hangi cihazı kullanıyorsun?, Ne kadar enerji yayıyor? Bunun zararlı sınırı ne kadardır? Zararlı sınır aşılmış mı, aşılmamış mı? Eğer bu bilgiyi verirsek, elektrofobinin olmasını önleriz. Başka bir deyişle, koruyucu hekimlikle, hastalığı daha olmadan ortadan kaldırırız."
Asıl tehlikeli olan nükleer radyasyon iken, bunun tıpta, enerji üretiminde kullanıldığına dikkati çeken Kalkan, "Doz hesaplarıyla ölçüyle veriyoruz. Elektromanyetik alanlarda da ölçüyle veriyoruz. Önemli olan dozdur, ölçüdür. Su, son derece faydalı bir şeydir. Günde 2-3 litre su içilmesi önerilir. 15 litre su içerseniz ne olur? Su zehirlenmesinden ölürsünüz. Bu kadar faydalı bir şey bile dozunun üstüne çıktığınızda öldürücü olur. Elektromanyetik alanın da belli bir dozu var. O dozun üstüne çıkarsanız zararlı olur."
Cep telefonu ve baz istasyonunda birinci nesil, 900 megahertz için 42 volt/metre, 1.800 megahertz için 57 volt/metre sınırları bulunduğunun altını çizen Kalkan, Türkiye’de bu oranların dörtte birinin alındığını ve hastaneler ve civarındaki aletlerin de etkileşmemesi için 3 volt/metre sınırı bulunduğunu söyledi.
"PSİKOLOJİK OLARAK ETKİLENİYORUZ"Kalkan, standartların devlet aracılığıyla korunması, kontrol edilmesi gerektiğine işaret ederek, cep telefonunu kullanımına ilişkin olarak şu bilgileri verdi:
"Cep telefonunu kalp üzerinde ve belimizde taşımamalıyız. Vücuda yapışık taşımak çok akılcı değil. Belde, genital bölgeyi ışınlıyor ve her ne kadar zayıf da olsa sürekli olarak vücuda yakın. Tabii genital hücreler son derece hassas hücreler, onlarda değişiklik çok daha kolay olabilir.
Birini arıyorsunuz, açıldığını görünce kulağınıza dayayın ve biri sizi aradığında, önce telefonu açın, daha sonra kulağınıza dayayın. Kulağınıza hemen dayamayın, çünkü o arada şiddeti çok yüksek, baz istasyonuyla iletişim kurmaya çalışıyor sinyal yükselterek. Radyoaktivite insanı öldürmez, ama doz aşılmadığı sürece. Teknoloji ilerledikçe bunların dozları da düşüyor. "
Prof. Dr. Tunaya Kalkan, hastane, okul, cami gibi insanların toplu bulundukları yerlerde alan şiddetleri "daha" sıkı denetlenmesi gerektiğine dikkati çekti.
Tunaya Kalkan, toplumda oluşan elektrofobiye ilişkin olarak, dava konusu olan durumlardan örnek olarak verirken, mahkemede, bilirkişi raporu, ölçüm değerleri ve izin verilen sınırlara uyulduğu görülse bile, bazen kişilerin "biz psikolojik olarak etkileniyoruz" dediklerini anlattı. Kalkan, baz istasyonunun dışarıya doğru ışıma verdiğini, aşağıya ışıma vermediğini söyledi.
Teknoloji Bilgilendirme Platformu olarak elektrofobiyi doğru bilgiyle ortadan kaldırmayı, doğru bilgilendirmeyle toplumun ve insanların korunmasını amaçladıklarını vurgulayan Kalkan, bu kapsamda toplantı, konferans ve çalıştay düzenleneceğini söyledi.

Suyu tutan yapay örümcek ağı


Örümcek ağının özellikleri kopya edilerek suyu tutan iplik geliştirildi.

Çinli araştırmacılar, su damlacıklarını etkili bir biçimde tutan örümcek ağının özelliklerini kopya ederek, atmosferdeki suyu tutmakta kullanılabilecek sentetik bir iplik geliştirdi.

Çinli bilimadamları, Uloborus walckenaerius örümceğinin ağ liflerini mikroskopta incelediler ve lif boyunca hareket eden su zerrelerinin damlacıkları oluşturmak için yoğunlaştığında ağın yapısını değiştirdiğini tespit ettiler.
İncelemede bu örümceğin salgıladığı maddeyle yaptığı ipliğin, su damlacıklarının toplandığı bölgelerde, 4 kat daha kalın düğümler oluşturduğu görüldü.
Pekin'deki nanobilim ve nanoteknoloji merkezinden Yongmei Zheng ve Hao Bai, örümceğin ağ yapmakta kullandığı ipliğin üstün mekanik özellikleri bulunduğuna dikkati çekerek, "Örümcek ağının daha az incelenen bir başka özelliği, nemli havadan suyu toplama kapasitesi" dediler.
Bu özellikten esinlenerek, örümcek ipeğinin karakteristik yapısını kopya eden yapay lifler geliştirdiklerini söyleyen bilimadamları, bu yapay liflerin verilen yönde suyu toplama özelliğinin bulunduğuna işaret ettiler.
Bu yapay liflerin havada asılı suyu toplamaya veya sanayi üretiminde kimyasal ürünleri filtre etmekte kullanılabileceği düşünülüyor.

Arılar yüzünüzü tanıyor!




Arıların insan yüzünü, soyutlama yaparak başka şekillerden ayırt edebildiği ortaya çıktı.

Fransa'daki Paul Sabatier Üniversitesi'nden Martin Giurfa'nın yaptığı araştırma, insanların dikey çizgi (burun), iki nokta (gözler), bir yatay çizgi (ağız) gibi farklı unsurları birleştirerek insan yüzünü tanıdığını, arıların da insanlar gibi beyinlerinde bir şekil oluşturmak için dikey çizgi, iki nokta ve yatay çizgiyi bir araya getirebildiğini gösterdi.
2005'te Monash Üniversitesi'nden Adrian Dyer ve ekibinin yaptığı araştırma şekerli su ile "alıştırma yaptırılan" arıların insan yüzlerini tanıdığını ortaya koymuştu. Giurfa, arıların bunu nasıl yaptığını araştırdı.



Bilimadamları Giurfa ve Aurore Avargues-Weber, önce gözler için iki nokta, burun için dikey çizgi, ağız için yatay bir çizginin bulunduğu yüz resimleri kullandı.
Arılara, bu çizgilerin doğru ve yanlış sıralandığı çeşitli resimleri ayırt etmesi için "alıştırma yaptırıldı". Göz, burun ve ağzın doğru sıralandığı resme konan arılar şekerli su ile ödüllendirildi. Daha sonra arılar, daha önce karşılaşmadıkları yüze benzeyen resimleri de bulabildi, burun ve ağzın farklı yere konduğu fotoğrafları ise "tanıyamadı".
"Journal of Experimental Biology" dergisinde yayımlanan araştırmada, primatlarda var olan ve yüz tanımayı sağlayan beynin "fuziform alanı"na sahip olmasa da arıların yüzleri "tanıyabildiği" vurgulandı.
Bunun arıların, maskesi olmasa da arıcıları tanıdığı anlamına gelmediğine dikkati çeken Martin Giurfa, muhtemelen arıların nektar alabildikleri "garip" çiçeklere konduklarını düşünüyor.


kaynak Journal of Experimental Biology

Bitkisel hayattayken 'beyniyle' konuştu


Ağır beyin travması geçiren ve konuşamayan bir hasta, özel manyetik rezonans tekniğiyle sorulara 'beyninden' yanıt verebildi.

Britanyalı ve Belçikalı bilim adamlarının yaptıkları bir araştırmada, bitkisel hayattaki bir hasta, düşünce gücüyle doktorlarla konuşabildi.
Bilim adamları, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) adı verilen beyin tarayıcısını kullanarak, 2003'te trafik kazasında ağır beyin travması geçiren 29 yaşındaki hastanın, beyin faaliyetlerini bilinçli olarak değiştirmek suretiyle, doktorların sorularına karşılık "evet" ve "hayır" cevaplarını "düşünebildiğini" saptadı.

Hastada bilinç işaretleri gözlemleyen doktorlar, bunun gerçek olup olmadığını anlamak için, hastaya "babanızın adı Thomas mı" gibi sorular sorarak "evet" ya da "hayır" cevapları vermesini istedi. Bu sırada doktorlar hastanın beynini fMRI cihazıyla taradı. Doktorlar, hastanın beyin faaliyetlerini değiştirerek sorulara cevap verdiğini gördü.
Araştırmayı kaleme alanlardan, Cambridge Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Adrian Owen, hastanın düşünce yoluyla tüm sorulara doğru cevap verdiğini gösteren sonuçları görünce çok şaşırdıklarını söyledi.

ÖTANAZİ İSTERSESE
Sistem geliştirilebilirse hastaların ağrı kesici veya ilaç talep etmek, hatta ötanazi istemek gibi mesajlaır iletebileceğini söyleyen Owen, "kısıtlı bir düzeyde de olsa kendi yaşamlar hakkındaki kararlara katılabilecekler" yorumunu yaptı.
New England Journal of Medicine'de yayımlanan araştırmada, bitkisel hayatta olduğu düşünülen 23 hasta arasında yapıldı. Yapılan bayin taramasında bu hastalardan dördünde bilinçlilik işaretleri görüldü.
fMRI yöntemi, sağlıklı insanlarda beynin sorulara cevabını yüzde 100 kesinlikle saptayabiliyor. Ancak bu cihaz hareket edemeyen veya konuşamayan hastalarda daha önce denenmemişti.
Uzmanlar bu sonucun, koma benzeri durumdaki tüm hastaların yeniden değerlendirilmesi gerektiğini gösterdiğini belirtti.

Ölecekleri zaman yuvadan gidiyorlar


Karıncalar, hastalanıp öleceklerini anladıklarında yuvayı terkedip diğer karıncaları koruyorlar.
Hasta karıncaların, ölmeden önce yuvadan uzaklaştıkları ortaya çıktı.
Almanya'daki Ratisbonne Üniversitesi Zooloji Enstitüsü'nden bilimadamları, ölmeden kısa süre önce hasta karıncanın yuvayı terk ettiğini gördü.
Enstitüden yapılan açıklamada, hasta karıncanın yuvadaki diğer karıncalarla temas etmekten kaçındığını ve uzakta tek başına ölmeyi tercih ettiği belirtildi.
Bilimadamları, karıncaların "başkalarını düşünme özelliğine" sahip olduğunu ve özellikle yuvayı koruma kaygısı fazla olan işçi karıncaların hastalandıklarında kendilerini "yalnız ölmeye mahkum ettiğini" vurguladılar.

Dünyanın ‘en becerikli’ robotu



NASA ve General Motors mühendisleri, hem uzayda hem de fabrikada iş görebilecek, çok hassas parmaklara sahip Robonaut2'yi tanıttı.

NASA ve General Motors mühendisleri, ‘dünyanın en becerikli robotu’ diye nitelendirdikleri Robonaut2’yi tanıttı.
Belden yukarısı insana benzetilen robotun uzay aracı, fabrika, atelye gibi insan anatomisine uygun tasarlanan ortamlara uyum göstererek, onun yaptığı pek çok görevi yerine getirebileceği belirtildi.
Kısaca R2 olarak isimlendirilen robotun gövde, baş, kol, el ve parmakları insanınkine benziyor. Ancak mobilite açısından şimdilik bacaklardan vazgeçilmiş, onun yerine tekerlekli veya ‘tek bacaklı’ çözümler düşünülmüş.


NASA’nın Robonaut proje müdürü Ron Diftler, farklı mobilite çözümleri üzerinde çalışmayı sürdürdüklerini, özellikle Uluslararası Uzay İstasyonu’nda insanların ayaklarını takarak kendilerini sabitledikleri mekanizmaları düşünerek tek bacaklı R2’ler yapabileceklerini söylüyor. GM ise fabrikada görevlendirilecek robotlarda ‘bacağa’ çok da ihtiyaç duymuyor ve robotun ‘otomasyona’ bağlı versiyonları üzerinde çalışıyor.
Robotun en önemli ‘organları’ el ve parmaklar. General Motors’un ar-ge’den sorumlu başkan yardımcısı Alan Taub, el anatomisi üzerinde çok yoğun çalışıldığını, doğanın ürettiği mekanizmayı geçemeseler bile oldukça ileri bir model üretebildikleri inancında.
El anatomisine yaklaşabilmek için parmaklarda motor kullanmaktan vazgeçilmiş, onun yerine gerçek eldeki ‘tendon’ sisteminin kopyası üretilmiş. Amaç, el ve parmaklarda azami hassasiyet ve tepki yeteneği elde etmek.


“Bugün fabrika ve atelyelerde kullanılan robotlar da ‘hassas’ olmaktan çok uzak. Porselen dükkanındaki file benziyorlar” diye konuşuyor Taub ve ekliyor: “Fabrikalara işçi robot kurmak için harcadığımızdan çok daha fazlasını, robotun çevreye kazara zarar vermesini önleyecek kafes ve güvenlik sistemlerine harcıyoruz”.
Robotun gövde ve elleri insanınkiyle aynı boyutlara sahip ve parmaklar herhangi bir şeye dokunduğunda anında tepki verecek denki hassas sensörlerle donatılmış. Taub’a göre bir bebeğin tenine bile dokunduğunda anında durabiliyor.